if you go chasing rabbits, and you know you're going to fall..

19 Aralık 2013 Perşembe

The Misfortunates

"Hayatımın içinden akıp giden tren, yoluna devam ediyordu. Ancak trenleri birçok nedenden dolayı affedebiliriz. En basiti, o bir trendir. Arabaların tersine, trenler dünyanın arka tarafında ilerler. İstasyona yakın kenar mahalle evleri diğerlerinden biraz daha iyi haldedir. Ama raylarda yol alırken yalnızca kötü halde olanları görebilirsiniz. Hiçbir araba yolculuğu, bir memleket hakkında tren yolculuğu kadar fikir veremez. Bahçelerimize, çatı katlarımıza ve barakalarımıza bakarsınız. İplerde kuruyan iç çamaşırlarımızı görürsünüz. Bahçe süslerimize, kerevizlerimize, pırasalarımıza, verandalarımıza ve tuğladan yapılma barbekülerimize bakarsınız. Flaman topraklarında boy gösteren, mahkeme kararınca onaylanmış ama tadı olmayan otları ağır ağır yiyen inekleri görürsünüz. Rayların kenarındaki, yere sabitlenmiş tozlu mermer ve granitlerin, sevdiklerimizin son durağı olan yeri simgelediklerini görmek istiyorsanız, trene binin."

                                                                                                                      The Misfortunates filminden

Yolculuğu sadece yola çıkmak için yapamadığımdan belki, trene en son yurt dışındayken binmiştim. Yola çıkmak, sadece varılacak yer kadar anlam taşır hale gediği için, yolculuk hep, 'lütfen kemerlerinizin bağlı, koltuklarınızın dik...' diye başlıyor. Filmdeki ilgili kısmı izlerken en son yaptığım tren yolculuğundan görüntüler geldi gözümün önüne. Çantamı koltuğun altına atıp ayaklarımı karşı koltuğa uzatarak, trene binmeden önce aldığım krakerleri yiyordum. Seyahatim boyunca yaptığım gibi, o tren yolculuğunda da aynı şarkıyı dinliyordum. Birbirinden farklı insanlar biniyor, iniyor, kimi geçerken selam veriyordu. Görevli, ufak arabasını koltuklar arasında itekleyerek kahve dağıtıyor, yanında da istediğim kadar küçük kartondaki sütlerden veriyordu. Sıradaki istasyona yaklaştığımızı ormanların arasından görünmeye başlayan evlerden anlıyordum. Genelde tek veya iki katlı, bahçeli, kahverengi çitleri olan, güzel çatılı evler... 

17 Aralık 2013 Salı

Şeyler

"Çünkü her şey onları haksız çıkarıyordu, en başta da yaşamın kendisi. Yaşamın tadını çıkarmak istiyorlardı ama bu tat dört bir yanlarında mülkiyetle karışıyordu. Bağımsız, neredeyse masum kalmak istiyorlardı ama yıllar yine de akıp gidiyor ve onlara hiçbir kazanç sağlamıyordu. Başkaları zincirlerle dolu da olsalar ilerliyorlardı, oysa onlar hiç ilerlemiyorlardı. Başkaları sonunda zenginlikte salt bir amaç görüyorlardı, oysa onların hiç paraları yoktu.
En mutsuz insanların kendileri olmadıklarını söylüyorlardı. Belki de haklıydılar. Ne ki modern yaşam, başkalarının mutsuzluğunu yok ederken onların mutsuzluklarını göklere çıkarıyordu: Ötekiler doğru yoldaydılar. Ötekiler önemsiz insanlardı; dar gelirli, kaçık küçük askerciklerdi. Öte yandan, zamanın bir anlamda onlara çalıştığı, olası dünya hakkında coşku verici görünebilecek imajlara sahip oldukları da doğruydu. Bu, bayağı olduğu konusunda fikir birliğine vardıkları bir avuntuydu."

                                                                                                                     


                                                                                                                              Georges Perec - Şeyler