if you go chasing rabbits, and you know you're going to fall..

29 Temmuz 2014 Salı

The Silence


Anna: You're always harp on your principles. Everything has to be desperately important and meaningful.

Ester: How else one can live?




The Silence (I. Bergman)

4 Haziran 2014 Çarşamba

Ölçümsüz

Edip Cansever, "ve bu yorgun, bu üzünçlü yüreği, benim değilmiş gibi, kimse görmeden, şöyle bir yol kenarına bıraksam.." diyor ya, bu şiiri biraz değiştiriyorum şimdi. Bu ne olduğu belirsiz ruh halini, benim değilmiş gibi, ve hiç bana ait olmamış gibi, şöyle bir yol kenarına bıraksam.."
İyi ki şiir yazmıyorum ya da iyi ki şiir yazmayı hiç beceremediğimin farkındayım. Bunu bu kadar iyi yapan insanların yanında iki kelimesini değiştirdiğim şeyden bile utanıyorum. 
Cortazar okuyorum hala ve dışarıda yağmur yağıyordu. Kitabı bıraktım, camın önünde dikildim bir süre. Halı durduğum yere kadar uzanmadığından terliklerimi giydim ayağıma. Sanki yaz gelmekte değilmiş gibi, dolabın gerilerine iteklediğim eşofman altını da giymiştim. Kahve hazır olalı baya süre olmuştu; mutfağa gidip almaya üşendim. Zaman zaman romantikleşen her insan gibi, camdan aşağı kayan yağmur damlalarının fotoğrafını çektim. Sonra fotoğraflarıma baktım. On beş gün oldu geleli ve fotoğraflara bakarken bir an o seyahati ben yapmamışım gibi hissettim. An, bazen o kadar güçlü ki, hiçbir şey içermese, hiçbir anlamlı bütünlüğü olmasa da, kendinden öncesini ezip geçiyor. Her şeyi hiç olmamışa çevirebiliyor. Tıpkı, çok eskiden bir kez olmuşu, şu an oluyormuş gibi hissettirebildiği gibi. Sonra seçtiğim birkaç tanesini, fotoğraflarımı koyduğum sayfaya ekledim; başkasının fotoğraflarıymış gibi baktım sonra. Dediğim gibi, emin oldum. "Ben bir başkasıdır." Nerden mi çıktı bu? Çünkü şöyle söylüyor Cortazar, Cinayeti Gördüm adlı öyküsünde,
"Bakmasını bildiğimi sanıyorum, bildiğim bir şeyse bu baktığım. Her bakıştan yalancılık sızdığını, çünkü her bakışın bizi, en ufak bir güvencemiz olmaksızın kendimizden dışarı ittiğini de biliyorum."

Kafama üşüşen sözcükler nefes alacak yer bırakmıyor; kaçamadığım, kaçamayacağım insanlar gibi. Oysa bir sözcük, bin insandan iyidir; bir kısmını bir yere atıp kurtulduğumda kalanıyla daha rahat nefes alabilirim. Birkaç gün sadece kitap okuyup, bir şeyler yazmaya çalışıp sözcüklerimle mutlu olmak isterdim. Oysa yarın gidilecek bir iş, alınacak hediye, önceden rezervasyonu yapılan gösterime iştirak, ertesi gün kutlanacak bir doğum günü, ilaç etkisiyle fazladan uyunacak uyku, anlarlar umuduyla anlatılacak dertler ve yağmurdan sırılsıklam olacağı beklenen bir ben var. 

5 Nisan 2014 Cumartesi

Şiirsiz

Evde Melisa Kesmez okumaya devam ediyorum. Sessiz sakin bir ortamda acele etmeden okumak istediğim için kitabı evden çıkarmıyorum. Serviste başka şey, bir yerlerde kahve içerken başka şey, evde başka şey okuyorum. Didik didik ettiğim dergiler, yolda bana eşlik edenlerin başında geliyor. Bir süre evvel neler okuduğuma baktım da, Perec, Pavese, Pessoa ve Cortazar arasında dönüp durmuşum. Perec okumak, sonuna doğru soğusa bile tadına doyamadığım, bitmesin diye kaşığa daha küçük parçalar aldığım sufle gibi benim için. En büyük zevkleri tatlı yemekle ilişkilendiriyorum ben. Pavese, uzun bir seyahatin sonuna sakladığım, gitmekte kararsız kaldığım bir yeri gezmek gibi farklı. Pessoa, dönüp dolaşıp son kahveyi içtiğim bir yere benziyor; tanıdık, vazgeçilemeyen ve sürekli tekrarlanan..Cortazar okumak ise eşsiz ve tekrarı olacak mı bilemediğim bir anı deneyimlemek gibi. Cortazar'ın Mırıldandığım Öyküler'i okumuştum en son, Kedi Uyumu var içerisinde. Cortazar bir dahi ve masamda bulduğum tüm Cortazar kitapları aldığım en güzel hediye.Buralarda ve bu insanlarla yaşamak ağır bir yük haline geldiğinde, kaçacak başka yerimiz yok.

En çok Perec'le vakit geçirmişim, halinden belli.


Az önce kahvaltı sonrası çayı eşliğinde Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz'den birkaç öykü okudum; istediğim, aradığım, erişmeyi arzuladığım şeyi bulmuşçasına. Hayatım boyunca ama şimdi daha fazla gördüğüm, maruz kaldığım ve hayatımın içinde olmadıkları için mutlu olduğum adamlar hakkında bir tanım bulmuş: Şiirsiz! Nasıl güzel bir hakaret bu. Bundan sonra ağız dolusu küfretmeden önce düşünüp yüksek sesle bunu tekrarlamak istiyorum: Şiirsiz. Kimse de anlamaz, yine o boş bakışlarıyla bakarlar yüzüme, uzak durmaya çalışırlar, ben de bağırırım şiirsiz diye.

"Ömürlerinin kayda değer bir bölümünü birtakım ofislerde geçirecek, pazar sabahı takım eşofmanlarıyla Hürriyet almaya gidip, dönüşte "Karıcığım, simit yeni çıkmıştı, dayanamadım" diyerek hayatlarının ne kadar muhteşem, ne kadar kusursuz, ne kadar hep hayal ettikleri gibi olduğunu muştulayacak erkeklerdi hepsi. Ya da bana öyle gelmişti masanın diğer ucundan bakıverince. Ülkenin iyi okullarından topladıkları diplomalarının ve biricik annelerinin umutlarını boşa çıkarmamak için ant içmişler sanki. Şiirsiz adamlardı. Evet, şiirsiz!" *






* Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz, Melisa Kesmez, sf:49

29 Mart 2014 Cumartesi

Atları Bağlayın..

Öğleden sonra yağacağını sabah asla belli etmeyen yağmur, yağmurun ardından çıkan kocaman salyangozlar, oynayan iki yavru kedi, yemek, kahve, sinemadan çıkınca açık yer bulamam diyerek alınan şarap şişesiyle izlenen film: Binlerce Kez İyi Geceler. Tutkunun kokusu nasıl bir şeydi, tam da burnumun ucunda. Eve gelince açılan şişeden alınan bir kadeh ve ona eşlik eden kitap: Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz. Bir öykü ve ardından bir öykü daha.. Juliette Binoche ve Melisa Kesmez.. Bazı kadınlar yüzünden gözlerim doluyor.

25 Mart 2014 Salı

Bir An


Andrei Tarkovsky - Ivanovo Detstvo (1962)